Dünyada
Ekonomik Bunalım
"Küresel durgunluk kesin gibi
Küresel ekonomideki yavaşlamanın hızlanacağı beklentisi güç kazanıyor. Bankalar, ABD'ye ilişkin büyüme tahminlerini düşürürken, Avrupa Birliği büyüme hedefini şimdilik gözden geçirmeyi düşünmüyor.
ABD'ye yapılan terörist saldırıların ardından ekonomi otoritelerinin aldığı önlemlere rağmen, küresel ekonomideki yavaşlamanın hızlanacağına kesin gözüyle bakılıyor. Faiz indiren merkez bankaları arasına Yeni Zelanda ve Güney Kore merkez bankaları da katılırken, çoğu ülkenin aldığı önlem faiz oranlarını indirme ve piyasaya likidite sağlamakla sınırlı kalıyor."
1997 yılının son aylarına girilirken Asya ülkelerinde birbiri ardına 'kriz' ler patlak verdi. İlk anda pek fazla önemsenmeyen bu krizler, Wallstreet borsasında 27 Ekim1997 günü meydana gelen %7,2'lik gerileme ile dünya kamuoyunun gündemine girdi. Ancak Wallstreet borsasının bir hafta içinde 'toparlanması' ve ardından 'çıkış trendine' geçmesiyle birlikte, ortaya çıkan krizler 'unutulmaya' başlandı. Bu krizlerin önemsiz olduğu, sadece 'borsayı ilgilendiren' bir kriz olduğu düşüncesi kamuoyuna benimsetildi. Endonezya'da Suharto'nun istifası ile sonuçlanan 'öğrenci eylemleri' ve 'kitlesel yağmalamalar' ın ortaya çıkması, kamuoyuna benimsetilen bu düşünceyi fazlaca etkilemedi. Hemen herkes, olayları 'yaşlı diktatöre' karşı 'özgürlük ve ekmek' isteyen öğrencilerin ve halkın tepkisi olarak değerlendiriyordu. Olayları biraz yakından takip eden ve az çok ekonomi bilgisine sahip olan kimileri için, Endonezya olayları, 'Asya krizi'nin yarattığı toplumsal huzursuzluğun bir ürünü olarak görüldü. Özellikle ülkemizde basın-yayın organlarında ekonomi tahlilleri yapan kimi küçük-burjuvalar için, 'Asya krizi', 'şişirilmiş ekonomilerin' kaçınılmaz bir sonucundan başka birşey değildi. 1980 sonrasında 'Asya kaplanlar' olarak büyük övgüler dizilen bu ülkeler, bu küçük-burjuva 'ekonomistler' için onca önemsenecek şeyler değildi. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda geçen yıl sonlarına doğru meydana getirdiği %18'lik düşüşten öte sadece siyasal ve sosyal yönden değerlendirilecek bir olaydan başka birşey değildi. Böylece 'Asya krizi', 'işi ekonomi' olan, yani ticaret ve bankacılık alanlarında çalışan kesimler dışında sıradan bir olay gibi izlenildi. 'Asya krizi'ni yakından izleyen bu kesimler için, olay asıl olarak 'borsa' olayı idi ve onlar da bu alanda çalıştıkları için kendilerini ilgilendiriyordu!
Ve Mayıs sonuna gelindiğinde, 'Asya krizi', 'Rusya krizi'yle birleşerek yeni bir boyut almaya başladı. Ama yine de yukarda ortaya koyduğumuz 'iyimserlik' varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bu 'iyimser tahminler', giderek kitlelerin günlük yaşantılarını 'değiştirmelerini gerektiren herhangi bir gelişmenin olmadığı' kanısını güçlendirmiştir. Böylece dünya halkları emperyalizmin yeni dünya bunalımı karşısında ilgisiz kalmaktadırlar. Bu bunalımın ne olduğunu ve geçmiş bunalımlarla ne denli kıyaslanabileceğini bile bilmeden, kapitalizmin yeni bir mülksüzleştirme dalgası içine girmişlerdir.
Bu belirlemelerimizden günümüze kadar geçen üç yıl boyunca, emperyalist sistemin içine girdiği ekonomik bunalımı ve bunun dünya çapındaki gelişme ve sonuçlarını Kurtuluş Cephesi'nin değişik sayılarında olabildiğince ortaya koymaya çalıştık.
Ülkemizde gelişen olaylar, özellikle Aralık 1999 tarihinde IMF ile imzalanan stand-by anlaşması, emperyalizmin ekonomik buhranının yeni-sömürgecilik yöntemlerinin işlemez hale gelmesinin bir sonucu olduğunu açıkça göstermişti.
2000 yılının Kasım ayına gelindiğinde ülkemizde patlak veren "mali kriz" ve ardından Şubat 2001 krizinin, ülkemiz özgülünde ortaya çıkmış bir "talihsizlik" ya da "araba kazası" olarak değerlendirildiği bir ortamda, gelişen emperyalist dünya buhranı geniş kitlelerden özenle gizlenmeye çalışılmıştır. Özellikle küçük-burjuva aydınları, borsa simsarları, spekülatörleri ve "medya", ülkemizde gelişen bunalım ve krizleri yerel ve özel bir durum olarak sunarken, amaç, her zaman emperyalizme bağımlı bir ülkenin, emperyalizmin içine girdiği ekonomik buhranlardan birinci dereceden ve şiddetle etkileneceğini, buhranın yükünün bu ülkelere aktarılacağının bilinmemesini sağlamak olmuştur.
Kapitalist üretim ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası, onun "irsi hastalığı" olan aşırı-üretim buhranlarının kaçınılmazlığının ve buhran koşullarında olabilecek en geniş ölçekte mülksüzleşme ve yoksullaşmanın gündeme geleceğinin kitlelerce, yani mülksüzleştirilecek ve yoksullaştırılacak kesimlerce bilinmesi ve 1997 "Asya Krizi" ile başlayan yeni dünya ekonomik bunalımıyla bunun daha da yoğunlaşacağının kavranılması, şüphesiz kitleleri sistem dışı çözümlere yönelteceği düşünüldüğünde, tüm propaganda ve yönlendirme olanakları kullanılarak emperyalist ekonomilerin içinde bulundukları bunalım "yok" varsayılmıştır.
1997 "Asya Krizi" ile belirginleşen dünya ekonomik bunalımının, "komünizmin yenildiği", "hür dünyanın zafer kazandığı", "ABD' nin dünyanın tek süper gücü olduğu" propagandası ortamında, geçmiş dönemdekilerle kıyaslanmayacak boyutlarda olacağı ve sonuçlarının da geçmiş bunalımlardan farklı olacağı az çok kapitalist ekonomiyi bilen herkes tarafından görülecek nitelikteydi.
Yeni dünya ekonomik bunalımı, tüm ekonomik bunalımlar gibi, sermayenin ve metaların aşırı-üretimi bunalımı olarak ortaya çıkmıştır. Emperyalist ülkeler, geçmiş dönemlerde olduğu gibi, bunalımın yükünü geri-bıraktırılmış ülkelere yüklemek için, öncelikle bu ülkelerin "alım gücünü" son kertesine kadar kullanarak kendi metaları için ek talep yaratma yoluna gitmişlerdir. Bunun en doğal sonucu, geri-bıraktırılmış ülkelerin ithalatlarının artması, dolayısıyla dış ticaret açığının büyümesi olacaktı ve öyle de oldu.
Geri-bıraktırılmış ülkelerin emperyalist ülke metalarının açık pazarı haline getirilmesi, bir süre için "rahatlık" yaratsa da, bu ülkelerin artan ithalatı karşılayacak dövize sahip olmamaları, aynı kaçınılmazlık içinde dış borçlanmanın artmasına, dış borç "stoku" nun yükselmesine neden olacaktı ve öyle de oldu.
Geri-bıraktırılmış ülkelerin artan dış borçlanması, bir yandan emperyalist metaların bu ülkelere daha fazla miktarda ihracatına olanak sağlarken, diğer yandan kâr oranları sürekli düşen emperyalist ülke sermayeleri için yeni getiri (faiz) olanağı da yaratmaktadır. Böylece, geri-bıraktırılmış ülkeler ödeyemeyecekleri kadar büyük dış borç ve faiz ödemeleriyle yüzyüze kalmışlardır. 1980 dünya ekonomik buhranında olduğu gibi, gelişen dünya ekonomik buhranı, geri-bıraktırılmış ülkelerin dış borçlarını ödeyemez hale gelmesiyle "globalleşme" eğilimi içine girmiştir.
Bu gelişme, bir yandan emperyalist ülke metalarına yönelik geri-bıraktırılmış ülkelerin talebini düşürürken, diğer yandan dış borçların ödenememesi ile "finans krizi"ni gündeme getirmiştir. İşte bu durum, Aralık 1999 tarihinde IMF ile imzalanan stand-by anlaşmasının nedeni olmuştur.
Sürekli yinelediğimiz gibi, IMF ile yapılan stand-by anlaşmasının temel amacı, emperyalist finans kuruluşlarına olan borçların ödenmesini garanti altına almak olmuştur. 1999-2000 döneminde Arjantin, Endonezya, Meksika, Brezilya ve diğer irili ufaklı geri-bıraktırılmış ülkelerde de benzer uygulamalar gündeme getirilmiştir. Bunlarla, "global durgunluk" geciktirilmeye çalışılmıştır.
SSCB'nin dağıtılmışlığı koşullarında emperyalizmin pazarlarında toprak olarak meydana gelen genişleme, aynı oranda meta ve sermayeler için talep yaratamaması gelişen dünya ekonomik buhranının diğer yanını oluşturmuştur.
Askeri kavramlarla ifade edersek, emperyalist sistemin yeni ekonomik buhranı, daha öncekilerde olduğu gibi, önce "anavatan"ın dışındaki cephelerde durdurulmaya çalışılmıştır. Ancak alınan tüm önlemler, geri-bıraktırılmış ülkelerde uygulamaya sokulan tüm "istikrar tedbirleri" buhranın gelişimini ve giderek metropollere yansımasını engeleyememiştir.
Bugün, emperyalist sistemin ekonomik buhranı emperyalist metropollere ulaşmış ve tüm emperyalist ülkeler buhranın etkisi altına girmiştir. Burjuva ekonomistlerinin ve "medya"nın söylemiyle ifade edersek, "global durgunluk" emperyalist ülkelere yansımıştır.
10 Eylül tarihli, yani 11 Eylül günü New-York'taki World Trade Center (Dünya Ticaret Merkezi) ile Washington'daki ABD Savunma Bakanlığına (Pentagon) yönelik eylemlerden bir gün önce haber ajanslarının geçtiği haberde şunlar yazılıydı:
"Senkronize durgunluk korkutuyor
Japonya'dan eksi büyüme rakamlarına, ABD'de işsizlik rakamları da eklenince dev ekonomilerin aynı anda durgunluğa gireceği yorumları endişe yarattı. Almanya'da da durum parlak değil. Dünya ekonomisinin üç devi uzun zamandır aynı anda durgunluğa girmemişti.
Dünya ekonomisinin motorları sayılan ABD'de işsizliğin son 4 yılın en yüksek seviyesine çıkması, Almanya sanayi üretiminin düşmesi ve Japonya'da ekonominin daraldığı haberleri, üç devin birlikte bir durgunluğa ilerlediği yorumlarına ve borsaların inişe geçmesine neden oldu."
Ve 11 Eylül'ün ardından New-York borsasında meydana gelen düşüşlerle birlikte birbiri ardına yapılan açıklamalarla emperyalist ülke ekonomilerinin büyük bir bunalım içine girdikleri kabul edilmeye başlandı. Tabii, ülkemizde patlak veren Şubat 2001 krizi gibi, MGK'da Cumhurbaşkanı'nın Başbakana "anayasa fırlatması" gibi bir bahane bulunamayacağı için, "terörizm" hemen bir gerekçe olarak ortaya atıldı.
Ekonomik buhranın olguları ise, tüm geri-bıraktırılmış ülkelerin yaşadıklarının bir benzeriydi: kitlesel işten çıkartmalar, büyüme oranlarında düşüşler, şirket iflasları, borsa düşüşleri vb.
Emperyalist ülkelerde ekonomik buhranın "tetikçisi" olarak "Anayasa fırlatma"nın yerini "terörist saldırı" aldığı için, ilk açıklamalar büyük uluslararası havayolları tekellerinin zararları ve "bu nedenle" toplu işten çıkartmalara gidecekleri üzerine oldu.
Basın haberlerinin diliyle aktarırsak 18 Eylül itibariyle, "ABD'nin önde gelen havayolları firmalarından US Airways Group, 11 bin kişi, America West Holdings Corp. 2 bin kişi, American Trans Air de bin 500 çalışanını işten çıkaracak. Continental Airlines hafta sonu, personelinin yaklaşık beşte biri olan 12 bin çalışanını işten çıkarma kararını almıştı."
Eylül sonuna gelindiğinde, ilk büyük iflas haberi İsviçre'nin Swissair'ine ilişkin oldu. Dünyada kişi başına düşen milli gelirin en yüksek olduğu, dünya bankacılık merkezi olarak bilinen İsviçre'nin havayolları şirketinin iflas haberi, dünya ekonomik buhranının boyutlarını göstermenin yanında, aynı zamanda "terörist saldırılar"ın bunda hiçbir rol oynamadığını da açıkça gösteriyordu.
Düne kadar emperyalizmin gelişimini engelleyen "komünizm hayaleti"nın ortadan kalkmasıyla "özgürlükçü ve demokratik" bir ortamda "refah" içinde yaşayacaklarına inandırılan emperyalist ülke halkları, "global durgunluk"la birlikte kendi mülksüzleşmelerini yaşamaya başlamışlardır.
Ve ülkemiz somutunda yaşandığı ve yaşanmaya devam ettiği gibi, bu mülksüzleştirmenin ilk alanı borsa olurken, "beyaz yakalılar"ın işsizliği gündemin ilk maddesini oluşturmaktadır.
Emperyalist ülkelerde gelişen ekonomik buhranla birlikte ortaya çıkan borsa yoluyla mülksüzleştirmenin boyutlarını görebilmek için Amazon.com ile Yahoo hisselerinin gelişimine bakmak yeterli olacaktır.